14 Nisan 2012 Cumartesi

Halinden memnun oldun mu fırsatlar da kaçıyor

Domuzlar ve Filler'de Helmut Krausser, ‘Halinden memnun oldun mu, fırsatlar da kaçıyor. Memnuniyetsizlik başarıya giden yolun yarısıdır’ der.
Pek çok guru-gurunun tavsiye ettiği gibi paranoyak olmasam da, 'kronik bir kaygılı' sıfatıyla, asla kendimden memnun ve yaptığım işten tatmin olamadığımdan... (bir cümlede 2 kere olmak fiilini kullandım mesela!)
Halinden memnun insanları hayret ve gıpta ile seyrederim.
Haa, şimdi diyeceksiniz ki 'memnuniyetsizlik başarıya giden yolun yarısı' ise, sen de bir yarım yüzyıl harcadığına göre, herhalde epey bir yol almışsındır.
Cem Yılmaz'ın dediği gibi: Değil!
Zaten siz imamın dediğini yapın.
*
İcra kurulu yahut yönetim kurulu toplantısında, herkesin sırayla söz alıp, işini ne kadar başarıyla yaptığını anlattığı ve 'Sayın Başkan'ı övdüğü (doğru fiil bu değil ama neyse) şirketler gördüm.
Sabah, yazı işleri toplantısına 'Vallahi bugün en güzel gazeteyi biz yapmışız' diye başlayan gazeteciler gördüm.
Oysa bu toplantıların amacı, eksikleri ve yanlışları görmek, gidermek; piyasayı ve rakipleri doğru değerlendirmek; ve şu olmazsa olmaz soruyu sormak: 'Rakiplerimizden iyi olmak için işimizi nasıl daha iyi yapabiliriz?'
Gerçekten en iyiysek bile, 'Daha iyi olmak için, kendimizi aşmak için ne yapabiliriz?'
Halinden memnun olanların yapacağı iş değil bu.
*
Hemen şunu söyleyeyim ki, buradaki 'iyi' ahlâk ilminin 'iyi'si değil elbet.
Rekabet ortamında 'iyi', genelde, ahlâki açıdan 'kötü' demektir.
İnsan, şempanzeyle yüzde 98,5 gen ortaklığını sürdürdükçe, kapitalizmden daha 'iyi' bir düzen düşünülemedikçe, rekabet dışında bir olasılık yok ne yazık ki.
Ve rekabet ortamında, evrim kanunlarının da gösterdiği gibi, hayatta kalmayı başaran daima 'şartlara en iyi uyum sağlayan'dır. Ve bu, asla, 'ahlâkî açıdan en iyi' olan değildir.
Ne yazık ki, genlerimize işlemiş göçebelik ve köylülük ve maazallah-elhamdülillah kültürümüz, bize yaptığımız işi 'nasıl daha iyi yapabileceğimizi sorgulamayı' değil, sorgulamadan ve değiştirmeden 'aynen tekrarlamayı' emrediyor. Ve (kaideyi bozmayan istisnalar dışında) ne yazık ki, gen terapisi mümkün hale gelse de, gen eğitimi mümkün görülmüyor.
*
Aman kendimi(zi) aşağıladığım sanılmasın! Sadece kendimi(zi) kandırmadan, gerçekçi, doğru ve acımasız bir teşhis mümkün mü, yüksek sesle tartışıyorum, haddimi ve sabrınızı zorlayarak. Ki, getireceğimiz öneriler, alacağımız tedbirler de gerçekçi ve faydalı olsun.
Yoksa, inanın - kazı çevirmek için söylemiyorum bunu - eleştirir gibi göründüğüm genetik yapımıza ve özelliklerimize hayranım. Zaafımız gibi, aslında gücümüzün de burada yattığına inanıyorum. Yeter ki doğru kullanmayı bilelim. Ama bu ayrı bir yazı konusu, yerim yok ne yazık ki.
Ama bu asırlık (ve en sert rekabet ortamlarında denenmiş ve kendini ispat etmiş) meziyetlerimize, şu veya bu şekilde, kimi asrî melekeler de ekleyebilsek, sırtımız yere gelmeyecek, inanıyorum.
*
Ustam 'Türkçede organizasyon kelimesinin karşılığı yoktur' der.
Muhtemelen, böyle bir kavrama ihtiyaç duymamışız da ondan.
Ama, 'Bir dakika arkadaşlar: Bu işi biz nasıl yapıyoruz? Nasıl daha iyi yapabiliriz?' diye sorgulamayı bir refleks haline getirsek, inanılmaz bir merhale katetmiş olacağız.
Bunu yapmayı başaranlarımızın nerelere geldiği ortada!

Serdar Devrim, Hürriyet-İK 01.11.2009


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder