Türk reklamcılığı için Eli Acıman kimse, yeri neyse, Fransa'da Marcel Bleustein-Blanchet odur.
Fransız reklamcılığının kurucusu ve bir efsanedir!
Bleustein-Blanchet emekli olurken, 1927'de kurduğu Publicis'in başkanlığını Maurice Lévy'ye devretmişti. Lévy, 1971'de Publicis'e bilgisayarcı olarak girmiş, kaderi bir yangınla değişmişti. Lévy, bütün verileri manyetik bantlara yüklediği için, merkez binasının kül olduğu 1972 yangınından şirket fazla zarar görmeden kurtulmuş; Bleustein-Blanchet bu akıllı, ileri görüşlü ve tedbirli genci elinden tutmuş, yetiştirmiş ve 15 yıl sonra, 1987'de kendi koltuğuna oturtmuştu.
Yirmi küsur yıl sonra, bu kez Maurice Lévy görevi devretmeye hazırlanıyor. Bir gazeteye verdiği röportajda, konuyla ilgili bir soruya şu cevabı veriyordu:
‘Ajansta bir kaç çok iyi aday var. Yönetim Kurulu'nun dışarıdan birini arama ihtiyacı duyacağını zannetmiyorum. Benim işim, görev devrini hazırlamak. Görev sürem 31 Aralık 2011'de bitiyor. Halefimin, benim her gün yaptığım gibi, (şirkette) pek çok değişiklik yapacağı fikrine kendimi alıştırmam lazım. 'Hôtel du Nord' adı oyunda Louis Jouvet'nin, Arletty'ye meşhur repliğini bilirsiniz: 'Kendini bu kadar terk etmek kolay değil!' Bleustein-Blanchet'den beri Publicis pek çok kez 'kendini terk etti'. Benden sonra da değişmeye devam edecek...’ (Les Echos, 15.10.2009)
*
Koltuğu bırakmak, nedense, çok zor geliyor insanlara.
O koltuğa oturmak çok meşakkatli de ondan mıdır; yoksa iktidar bu kadar mı lezzetli?
Acaba, yaptıklarının faturasının, koltuk gidince önlerine konulmasından mı korkuyorlar?
Kişilikleri o makamdan ibaret de, koltuk altımdan giderse bir hiç olduğum anlaşılır, diye mi düşünüyorlar.
Siyasette bu böyle olabilir. Şirket yönetiminde, hayır.
Ama bildiğim bir şey var:
Koltuğa oturmak marifetse, bırakmak fazilet.
Ve örneklerle sabittir ki, koltuk sahipleri, genelde, ‘kendileri için bir şey istemeyen mert insanlar’ olduklarından, hizmetten başka şey düşünmedikleri topluma / insanlara / şirkete asıl büyük iyiliği, o koltuğu işgal ederken değil, terk ederken yapıyorlar.
Oysa Maurice Lévy'nin dediği gibi, hele hele reklamcılık kadar dinamik ve sürekli değişim geçiren bir sektörde, şirketin zaman zaman 'kendini terk etmeyi' başarması, bunun için de başındaki adamın, yeni zamanlara daha uygun gençlerin önünü açarak (kendine rakip olabilecekleri yok ederek değil - bunu haftaya konuşuruz) 'bana müsaade' demeyi bilmesi gerekiyor.
Aksi, şirkete büyük zarar veriyor.
Hasılı, iyi yönetici, zamanında gitmeyi de bilen ve kendinden sonrasını hazırlayan yöneticidir.
*
UZUNCA BİR DİP NOT:
Eş, dost, akraba ve özellikle de meslektaşlarımdan ricamdır.
Beni sürekli dolduruşa getirmeyin.
- Gene lafı acaip gediğine koymuşsun!
- Öf öf öf! Gene birilerine lafı çakmışsın!
- Kimsenin yazmaya cesaret edemediklerini sen, alimallah, çatır çatır...
Kimseye gönderme yapmıyorum. Burada söylediklerim bir iki kişiyi değil, binlerce kişiyi hedef alıyor. Bunlara bazen (geçen haftaki yazı gibi) kendim de dahilim.
Ve yine bana ‘zincirlenmiş basının özgür, korkusuz kalemi’ gazı vermeyin.
Diyeceklerimi yüksek sesle ve insanların yüzüne söylemek gibi bir kötü huyum var maalesef.
Ve zaten, Bülent Ecevit’in dediği gibi ‘Bedelini ödemeyi göze alanlar için, özgürlük her zaman ve her koşulda vardır’.
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 25.10.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder