H. Abi şirketin yarım yüzyıllık çalışanıdır. Ta ilk günden beri her kademede çalışmış, verilen her görevi asker gibi yerine getirmiş; şeflik, müdürlük, genel müdürlük yapmıştır. Sonra, emekliliği gelmiş, ama malum, bizim memlekette emekli olmak demek, maaşının dörtte birine, beşte birine, onda birine razı olmak demek, emekli olamamış, olsa bile çalışmaya devam etmek zorunda kalmış. Ama yerini gençlere bırakmış; daha az üretken, tâlî görevlere kaydırılmış. Lakin sonunda genç patron, babasından miras H. Abi hakkında sağda solda 'Bu kadar sırtımızda taşıdığımız yeter' dese de, babasını ikna etmek için daha usturuplu gerekçeler kullanmış. Babası da - ne de olsa işadamıdır, şirketin âlî menfaatleri duygusallığa ve sadakate 'bir yere kadar' izin verir - sonunda peki demiş.
H. Abi'ye bu kötü haberi kim, nasıl verecek?
'Adam gibi' bir kurum ise, bu seviyede, bu kıdemde, şirkete bu kadar emeği ve hakkı geçmiş bir çalışana haberi bizzat patronun vermesi gerekir. Oğlunun bile değil, babasının. Ama baba büyük ihtimalle 'çok üzüldüğünü' bahane ederek bu zor ve sevimsiz görevden kaçacak, topu oğluna atacak, hatta muhtemelen H. ile yüzyüze gelmemek için 'iş bitene kadar' şirkete uğramayacak, sekreterine telefon filan ederse 'bir yalan uydurmasını, atlatmasını' tembih edecek.
Oğlunun da dünya kadar işi var. Kendini de ikna edecek ve vicdanını hafifletecek bahaneleri bulacak.
Genel Müdür 'niye ben' diyecek topu İnsan Kaynakları Müdürü'ne atacak.
O da, bir mektup mu yazsam, e-posta mı atsam, patrona bir punduna getirip 'Efendim H. Bey'e bir güle güle kokteyli düzenlesek en azından diğer çalışanlar açısandan daha motive edici olmaz mıydı' dese fırçayı yer mi, yemez mi diyene kadar...
Kimse yüksek sesle söylemiyordu ama, böylesi (o da anlayıversin canım; nereden duyarsa duysun...) böylesi herkesin işine geliyordu belki de.
Sabah yine herkesten evvel şirkete geldiğinde, H. Abi haberi kapıdaki güvenlik görevlisinden alacak: 'H. Bey inanın çok üzüldüm. Artık bu dünyada sadakat kalmadı valla...'
Ve H. Abi, elli yılını, ömrünü verdiği, sanki marifetmiş gibi 'uğruna çocuklarının büyüdüğünü bile görmediği' ve 'kendi şirketi gibi' sevdiği işinden, şirketinden üzgün, kırgın, dargın kopacak.
Oysa, patronlar biraz medeni olsa, hadi adını söyleyelim 'adam' olsa, ne kadar da kolaydı H. Abi'nin gönlünü almak.
Patron arayıp bir kahveye çağıracak. Eski güzel günlerden, omuz omuza üstesinden gelinen güçlüklerden bahsedilecek, sonra artık zamanın değiştiği, 'biz eskilerin' yerini gençlere bırakmasının vaktininin gelip de geçtiği söylenecek; sonra (zaten bu noktada H. Bey niye çağrıldığını, lafın nereye geleceğini anlamış ve kabullenmiştir) ekonomik sıkıntılardan filan, bir iki gerekçe sayılacak (hani, 'senden çok memnunuz, Allah için hiç bir şikayetimiz yok ama' hesabı) ve - senin işine son veriyoruz bile demeye gerek kalmadan, laf olsun torba dolsun, 'Biz seninle eski dostuz, bir sıkıntın olursa, bunca yıllık hukukumuz var, burası senin evin...' filan diyecek.
Zaten H. Bey de onurlu insandır, 'Teşekkür ederim efendim' diye izin isteyecek.
Ardından küçük bir 'güle güle' töreni düzenlenecek, orada da gönül alıcı sözler söylenecek, H. Abi maddi değeri düşük ama manevi değeri zart zurt bir küçük hediyeyle ve alkışlarla yeni hayatına yolcu edilecek. Ve ömrünün geri kalan günlerinde, çoluk çocuğuna, eşine dostuna patronundan ve gözünde tüten şirketinden hasretle ve hayırla söz edecek.
Halbuki şimdi, H. Bey 'ekmeğini yediği yere' ihanet etmese de, karısı, çocukları, eşi dostu, her önüne gelene 'Haram olsun' diye şirkete, patrona lanet edecek. Çalışanlar 'H. Abi gibi bir adamı böyle kirli çorap gibi çıkarıp attıktan sonra, bunlar yarın bizi...' diye patrona güvenlerini, şirkete bağlılıklarını kaybedecekler...
Bu hayalî ama yaygın örnek size abartılı gelmemiştir herhalde. Olsa olsa (ve yaşınız gençse) yaşananları veya 'yaşanmalıydı' dediğim senaryoyu amatörce yahut alaturka bulmuş olabilirsiniz. Biliyorum, kurumsal şirketlerde (ki yüzde 99 yabancı şirketlerdir) bu işler 'böyle' olmuyor. 'İhtiyaç fazlası' ise, H. Abiler bir gün bile 'sadakat gereği' çalıştırılmıyor. Alafranga, daha doğrusu 'alaamerikan' yöntemler daha mı iyi, emin değilim. En azından kurallar belli ve insani olmasa bile insana bağlı değil.
Belki nostaljik olacak ama... insanın insan olduğu günler daha güzeldi.
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 13.12.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder