Haftada 9 ila 12 saatimi işe gidip gelirken trafikte geçiriyorum.
Senede 20 gün eder. Geceleri saymazsak 30 gün. Yani senede bir ay!
O da, sadece sabah işe gelip, akşam dönmek için. Randevular, yemekler filan hariç.
İnanın, TEM otoyolunda geçen ömrüme çok acıyorum.
Ama, Polyannacılık yapıp, ömrümün 'kalanını' TEM'e vermediğim için şükrediyorum.
*
‘Trafikte ölen ünlüler’ diye bir derleme yapan Adana merkezli bir derneğin başkanı, amaçlarını ‘dikkati çekmek ve uyarıcı olmak’ diye açıklıyordu.
Listede 29 milletvekili, vali, belediye başkanı; 17 sanatçı, 14 sporcu, 10 gazeteci ve yazar varmış. Adnan Kahveci, Necdet Tosun, Hamit Kaplan, İlhami Soysal ve daha kimler...
Dernek başkanının ‘Ülkenin değerlerine yer verdiğimiz listeyi sürekli güncelliyoruz’ demesi ayrı bir traji-komedi.
1970'ten bugüne trafikte 146.641 insanımız ölmüş, 7 milyon küsuru da yaralanmış. (Kazadan sonra, hastanede ölenleri de hesaba katarsak, ölü sayısı 300 bine çıkıyor.)
Gerçi meseleye daha 'olumlu' bakmak da mümkün, yine Polyanna misali:
Bu kadar çok 'kış uykusu içgüdüsü geni hamili sözde şoför'ün gezdiği trafik ormanlarında, bu kadar az trafik kazası olması bile bir mucize, de denebilir.
Yaratıcılık özürlü Anadolu Ajansı ve gazeteler bu haberi her zamanki gibi 'Trafik Canavarı'na kurban verdiğimiz ünlüler' esprisiyle verdi.
Yıllardır şu 'TRAFİK CANAVARI' teşbihine itiraz ediyorum.
Artık sakallı olduğum için, şansımı bir daha deneyeceğim.
‘Şuna Canavar filan demesek artık...’
12.04.2004 tarihli Hürriyet-internetteki yazımın başlığı aynen buydu.
Özetle şöyle diyordum:
*
Benim bu ‘Trafik Canavarı’ kavramına da, kampanyasına da ciddî itirazım var.
Derdimi nasıl anlatacağımı bilemiyorum.
Bu 'Trafik Canavarı' kavramında bir 'kadercilik' var sanki, (olay ve) suç bizim dışımızdaymış gibi bir hava...
Hani geneleve düşmüş kadına 'kader kurbanı' deriz ya; halbuki ya bir sapık üvey babanın, bir abinin, rezil bir kocanın ya da fuhuş mafyasının kurbanıdır. Suçlu bellidir yani. En azından bir düzendir onu geneleve düşüren... Ama biz 'kader kurbanı' deyince, önlenemez, önüne geçilemez bir şeymiş gibi, mücadele edilecek bir suç, yakalanacak bir suçlu, bir 'fuhuş sektörü' yokmuş gibi yapıyoruz. 'Kader kurbanı' lafı konuyu adlî, polisiye, sosyal olmaktan çıkarıp, 'başka bir boyut'a, bizim dışımızda, elimizin ermeyeceği, gücümüzün yetmeyeceği bir boyuta (= kader) taşıyor.
Trafik Canavarı da böyle. Sanki bizim elimizde olan bir şey değilmiş, kadermiş, deprem gibi bir 'dış felaket' imiş, önlenemezmiş gibi...
Bence 'Trafik Canavarı' diye bir kavram, sürücülerde (ve yayalarda) zaten olmayan sorumluluk duygusunu arttırmaz, eksiltir.
Nasıl insanlar 'deprem olacaksa olacak kardeşim' diye hayat kurtaracak asgarî tedbirleri bile almamak için bahane buluyor...
Trafik Canavarı da öyle. Deprem gibi, enflasyon gibi, salgın hastalıklar gibi...
Canavar işte, elden ne gelir...
('Dışsallaştırıyor' meseleyi, desem bir mana ifade eder mi bu laf?)
Bilmem ki anlatabildim mi?
İnsanlara çok daha net, açık bir mesaj vermek lazım. Belki de kafadan 'APTAL GİBİ YOLLARDA TELEF OLMAYIN, ÇOLUĞUNUZUN ÇOCUĞUNUZUN KATİLİ OLMAYIN' demeli...
Bir zamanlar, Almanya’da çalışan Türk işçileri yollarda sapır sapır ölürken, Bulgaristan çok etkili bir metod geliştirmişti: Kaza yapmış, hurdaya dönmüş, yanmış (gurbetçi) araçlarını E5 üzerinde teşhir ediyordu. Numune diye.
Bizim doğuştan kaderci, iş olacağına varırcı millete de daha 'somut' bir örnek gerek...
(Bir de tabii trafik polisi gerek ama o ayrı bir konu.)
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 06.12.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder