Gecikmeyle de olsa, modaya uyup, ‘Belediye Başkanı'na Açık Mektup’ yazıyorum.
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal'a.
Ertuğrul Özkök'ün konusundan çok daha mütevazı benimki.
Ama kişisel olduğunu sanmıyorum.
Herhalde benim gibi binlerce Beşiktaş sakinini ilgilendiriyordur.
Ayrıca, geçen haftaki kapak konumuza da bir örnek, bir ‘case study’ oluşturabilir.
Ne soruyorduk kapak konumuzda?
‘İnsanın kendini pazarlaması lazım. Ama pazarlamanın sınırı nedir, nerede biter, kandırmaca ve arsızlık nerede başlar?’
*
Yerel seçimler öncesiydi.
Her gün ‘Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ imzalı 3-4 SMS geliyordu.
Kampanyadır deyip sineye çekiyorduk.
Bir gece, sabaha karşı 4 sularında benzer bir mesajla uyanınca artık dayanamadım.
Beşiktaş Belediyesi'nin çağrı merkezini arayıp ‘... no.lu cep telefonuma mesaj almak istemiyorum’ dedim. İşe yaramadı.
Belediye'nin halkla ilişkilercilerini arayıp ricamı tekrarladım. Sallayan olmadı.
Gazeteci kimliğimi kullanma pahasına, basın ve halkla ilişkileri aradım. Fayda etmedi.
Sonunda Başkan'ın asistanını arayıp şikayetimi aktardım.
Belki de zaten seçim yasakları başlamıştı, bir müddet nefes alabildim.
*
Ama kabus geri döndü.
Cep telefonumda, 1 Ağustos ile 1 Eylül arasında gelmiş 27 mesaj bekliyor.
27'si de İsmail Ünal Beşiktaş Belediye Başkanı imzalı.
Sağ olsun, beni açılışlara, sinema yahut tiyatro gösterilerine davet ediyor.
Yanlış anlamayın, gazeteci sıfatımla değil, Beşiktaş hudutları dahilinde yaşayan bir vatandaş olarak.
Hakkı Devrim'in ‘fart-ı faaliyet’ diye yorumlayacağı bu PR gayretini anlayışla, bize gösterilen bu özeni takdirle karşılıyorum; ama 32 günde 27 ‘daveti’ biraz abartılı buluyorum.
*
Aynı süreci tekrar yaşamamak için İsmail Bey'den yayın yoluyla rica ediyorum:
‘Gelmiş geçmiş gelecek bilcümle nazik davetlerinize, tebriklerinize peşinen teşekkür ediyorum. İcraatınız için tebrik ediyor, başarılarınızın devamını diliyorum. Artık bana, şahsi ve mesleki cep telefonlarım, SMS göndermeyin!’
*
Politikacıların da halkla ilişkiler, hatta pazarlama yapmasına itirazım yok.
Hizmet satan, karşılığında oy isteyenlerin, icraatını duyurmaya çalışması normal.
Ama her PR, her pazarlamacılık faaliyeti gibi - aslında her şey gibi - bunun da bir sınırı olmalı.
Tadında bırakılmalı.
Ölçüsü kaçmamalı.
Bir yerden sonra ‘taciz’ haline geliyor.
30 Ağustos tarihli Hürriyet İK'nın kapak konusunu hazırlarken, aklımızdaki soru işte tam da buydu:
‘İnsanın kendini pazarlaması şart. Ama ne kadar? PR'ın, pazarlamanın sınırı nedir?’
Hani eskilerin ‘ifrat ile tefrit’ dediği mesele...
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 06.09.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder