‘Zenginler para, fakirler çocuk yapar lafı’ geçmişte kaldı.
Daha doğrusu, ‘Bir ülke kalkındıkça, doğum oranları düşer’ inancı yıkıldı.
Pennsylvania Üniversitesi tarafından yapılan ve Nature dergisinde yayımlanan bir araştırma, 1975-2005 döneminde, kalkınmış 107 ülkenin doğum oranları inceleniyor.
Sonuç, sürpriz:
Belli bir ekonomik zenginlik seviyesinden sonra, bu ülkelerin hemen hepsinde doğum oranları... tekrar yükselmeye başlıyor.
(Araştırma bu beklenmedik trendi gözlemliyor ama sebebini açıklayamıyor.)
1970-1980 döneminde hemen bütün ülkelerde, ekonomik kalkınmayla beraber, kadın başına çocuk sayısı gerilerken, 1980'lerden sonra, ülkelerin zenginleşmesiyle, doğumlar yeniden artmaya başlıyor.
Yani, eğer bu veriler doğru ve bu eğilim kalıcıysa, sanılanın aksine, 21'inci yüzyılda zengin ülkelerin nüfusu tehlikeli biçimde azalmayacak. Aksine, durağan (stable) hale gelecek, hatta muhtemelen (özellikle göç alan zengin ülkelerde) nüfus tekrar artmaya başlayacak.
Bunun tek istisnası A.B.D.
Çünkü en zengin ülkelerden biri olan A.B.D.'de zaten nüfus artmaya devam ediyordu.
Göçler ve latin kökenlilerin etkisiyle.
Söz konusu çalışmayı yürüten araştırmacılardan Hans-Peter Kohler, New York Times'ta yayımlanan yorumunda bu bulgulardan şu sonuçları çıkarıyordu:
- Bu bulgular, Dünya nüfusunun 2050'de 9 milyara ulaşacağını öngörünleri etkilemeyecek. Çünkü zaten önümüzdeki yıllarda, nüfus artışını (en) fakir ülkeler besleyecek.
- Ancak, en zengin ülkelerde nüfusun azalacağını, en azından durgunlaşacağını, bunun da tüketim baskısını (ve dolayısıyla çevreye ve ekosisteme verilen zararı) azaltacağını umanlar, hayal kırıklığına uğrayacaklar.
- Bu yüzden, zenginlerin tüketim alışkanlıklarını ve teknolojik inovasyon yöntemlerini mutlaka değiştirmeleri gerekecek.
*
Bu işin dünyayı ilgilendiren kısmı.
Bu dünyada yaşamadığımıza göre, bizi pek bağlamaz.
Gelelim Türkiye'yi ilgilendiren konuya.
Türkiye, Avrupa Birliği (AB) adaylığı konusunda ...
Düşündüğümü nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum.
Şöyle anlatabilirim belki:
Türkiye, adaylığını savunmak için, kendi zaaflarını (AB'nin zaaf olarak karşısına çıkardıklarını daha doğrusu) bertaraf edeceğine, koz olarak kullanmaya çalışıyor.
Yahut, AB'nin zaaflarını tehdit unsuru olarak kullanmaya çalışıyor da denebilir. Mesela:
- Eğer beni aranıza almazsanız, AB ‘Hıristiyan projesi’ damgası yer, Müslüman dünyasıyla aranız büsbütün açılır!
- Enerji için Rusya'ya, Orta ve Yakın Asya'ya muhtaçsınız. Ben olmazsam, petrol ve doğalgaz size nasıl ulaşacak?
Bu arada, en ‘güçlü’ (Diplomasiye bu lafı galiba Amerikalılar soktu!) kozlarımızdan biri de, hızlı artan, eğitimsiz ve (mesleki açıdan) niteliksiz nüfusumuz:
- Sizin (AB'nin) nüfusunuz yaşlanıyor ve azalıyor. Yarın benim genç, dinamik ve kalabalık nüfusuma muhtaç olacaksınız. Ömrü giderek uzayan emeklilerinizin maaşlarını ve sigorta masraflarını karşılamak için çalışacak ‘aktif nüfusu’ nerede bulacaksınız? İnşaatta kürek sallayacak ameleyi, fabrikada çalışacak işçiyi nereden bulacaksınız?
- Gençleriniz asker olmak, AB için ölmek istemiyor. Yarın benim askerime ihtiyacınız olacak, unutmayın!
Yukarıdaki araştırma doğruyu söylüyorsa, Türkiye'nin bu söylemini (mantığını) gözden geçirmesi, adaylığını desteklemek, ‘kendini pazarlamak’ için (bakınız bugünkü kapak konumuz) başka bir argüman bulması gerekecek...
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 30.08.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder