Tasarlamakta olduğum bir yazı için şöyle bir sitem geçti aklımdan:
‘Şimdi beni okuyan gençler...
Gerçi, gençlerin bu yazıyı okuması ihtimali çok düşük ama...
Gençler gazete okuyacak, pazar günü gazete okuyacak, gazetelerin içinden Hürriyet'i seçip okuyacak, Hürriyet'in İK ilavesini okuyacak, Hürriyet İK'da Serdar'ın yazısını okuyacak...
Yani zor!’
Gerçi bu bir eleştiri değil bir tespitti ama, 'Haksızlık ediyorsun!' dedim kendime.
*
Bir vakıf üniversitesinde üç yıl Türkiye'de ve dünyada gündem diye bir ders verdim.
Öğrencilerden tek istediğim, her gün düzenli olarak bir gazete ‘görmeleri’ ve yazı işleri konseptindeki gündem sohbetimize (geyiğimize) katılmalarıydı. İstedikleri konuda.
Bu kadarını bile yapmadılar. Yapmak isteyenler de yapamadılar.
Çünkü gençlerin gündemi ile Türkiye'nin ve dünyanın gündemi apayrıydı.
Etraflarında olup bitenden zerre kadar haberleri yoktu; sanki farklı bir dünyada yaşıyorlardı.
Ayrıca zaten bir fikri savunmayı, tartışmayı da bilmiyorlardı, ama bu farklı bir konu.
Türkiye'nin geleceğine ve Türk gençliğine olan inancımı kaybetmemek için dersi bıraktım.
Yazılı basının geleceği için de endişe etmedim desem, yalan. (Medyanın geleceği demiyorum çünkü televizyonları 'entertainment' kurtarıyor.)
Ama gençleri hiç suçlamadım.
*
Gençleri hiç suçlamadım çünkü:
(1) Biraz ahmethakanvârî olacak ama, ‘Yunus eğer aşık isen / varlığın değşür yoluna / iman kuşağın berk kuşan / de hep eksiklik bendedir’ diyenlerdenim. Kabahati kendinde arayacaksın.
(2) Bu nesilleri biz yetiştirdik. 12 Eylül'ün ve YÖK'ün meyveleri bunlar. Ama siyaset yazmayacağıma söz verdim.
(3) Dedelerimiz ve babalarımız da bizi beğenmez; okumadığımızı, kendimizi geliştirmediğimizi, olup bitenle ilgilenmediğimizi söylerlerdi.
(4) Halbuki biz, bu gençlerin yaşındayken bu kadar 'solisite' değildik. (Özür dilerim. Bunu züppelik olarak almayın. Fransızlar'ın 'sollicitation', İngilizler'in 'solicitation' kelimesi çok güzel. Cezbetme, tahrik etme, kışkırtma, aklını ve zamanını çalma... hepsi içinde.) İnternetin sınırsız imkanları ve oyunları, cep telefonu, Ipod vb., yüzlerce televizyon kanalı, filmler, diziler, barlar, kafeler, eğlence imkanları... Bizim okumak ve öğrenmek için çok daha bol vaktimiz vardı, çünkü yapabiliceğimiz çok sınırlıydı.
(5) Sonra bizim zamanımızda siyaset, edebiyat, okumak-yazmak in idi. Komünist Manifesto'yu yahut Ne yapmalı?’yı okumayan, siyasi kavgaları takip etmeyen, sohbetlerin dışında kalırdı.
(6) Bu genel ortam dışında, biz (daha az sayıda üniversiteli genç) okuyan-yazan, düşünen-konuşan ana-babaların çocuklarıydık. Öyle bir ortamda büyüdük.
(7) Ve biz bugünkü çocuklar ve gençler gibi, hayatımızın ilk 20 yılını sınava hazırlanmakla geçirmedik.
(8) Çünkü bizim zamanımızda eğitim sistemi öğrenmeyi, düşünmeyi, fikrini derleyip toplayıp adam gibi yazılı ve sözlü ifade etmeyi teşvik ediyordu. Çoktan seçmeyi değil. Hedef öğrenmekti, puan almak değil. Anamız babamız, hocalarımız bize 'Çocuğum bırak kitap okumayı da iki tane test çöz' demiyordu, demek zorunda kalmıyordu.
*
Yetiştirdiğimiz yükselen yeni nesil budur. Bizim eserimizdir.
Ve herşeye rağmen, pırıl pırıl bir nesildir.
Dedelerinden, babalarından çok ileride bir nesildir.
Kim ne derse desin!
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 20.09.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder