Haftada bir yazmanın da böyle bir kötülüğü var:
Geçen pazarki yazıyı, yazan da unuttu okuyan da...
Burcu'nun (Özçelik) attığı başlıkta özetlediği gibi, ‘amatör girişgenler’ idi konumuz.
Genellikle iyi niyetli, gayretli ama iş bilmeyen amatör girişimciler.
*
1980'lerin başında, çalışma hayatına ilk atıldığımda, Türkiye'de ciddi bir serseri sermaye olduğunu fark etmiştim. Küçük, mobil, sürü psikolojisiyle hareket eden, uyanık (geçinen) ve gözü kara bir sermaye/girişimci.
Küçük: Bir sandviç büfesi, bir video dükkanı, bir çorap atölyesi, bilemedin bir yumurta çiftliği açacak boyutta bir sermaye.
Mobil: Bugün büfeye, yarın taksi plakasına, öbür gün köpek eğitim çiftliğine akan;
Sürü psikolojisiyle hareke eden: Adam gibi bir pazar araştırması filan yapmayan, birilerinin ‘Abi bilmem ne işinde acaip para var’ dolduruşuna gelen;
Uyanık (geçinen): Hep, kimsenin akıl edemediğini muhteşem fikirler bulduğunu zanneden;
Gözü kara: Hesap kitap bilmeyen, bu yüzden de korkusuz (cahil cesareti sahibi) girişimciler.
*
Bu serseri sermaye oradan oraya akıyor; bir yerlerde kiraların, hava paralarının haksız ve anlamsız şekilde artmasına, bir yerlerde hesabını kitabını yaparak bu işlere girmiş insanların batmasına sebep oluyordu.
Zenginlik yaratacağına, yoluna çıkan işi, çekirge sürüsü gibi kurutan bir sermaye.
Özal ekonomisinin köşe dönmeci zihniyetini amentü edinmiş kendini uyanık olmak zorunda hisseden girişgenler.
Bunların biri ikisi iyi para kazandı.
Bazıları bu işlerden edindikleri sermayeyle daha büyük oynamaya kalkıp kurda kuşa yem oldu.
Ezici bir çoğunluğu, eşinin bileziğini, emekli ikramiyesini, eski Reno'sunu, babasının köydeki kayısı bahçesini heba etti.
İflah olmazları ise ‘Büfecilik öldü abi, şimdi para hindi çiftliğinde’ diye borca battı.
*
Bir diğer grup ise, hayalperest ve işbilmez amatörlerdir.
Bunlar, en umutsuz işleri bulup girişirler.
Bize has değil. Mesela Paris'e gidip gelenler, küçük ve orta boy dükkanların ne hızla açılıp kapandığını veya el değiştirdiğini fark etmişlerdir.
Bunlar aslında (ekonomik açıdan) hiç açılmaması gereken ticarethanelerdir.
Ulus'un, Nişantaşı'nın, Kadıköy yakasının mahalle araları, caddeleri böyle dükkanlarla doludur.
İpek Hanım evde boş oturacağına bir küçük butik açar bir apartmanın altında.
Meloş, havlu, bornoz, yatak çarşafı ve kokulu sabunlara talep olduğu vehmine kapılır.
Bir diğeri küçük takılar ve ‘fantaaazi bijuteri’ dükkanı açar bir pasajın dibinde.
Çoğu zaman finansör eşleridir. Bazen emekli ikramiyelerini, düğünde takılan altınlarını yatırırlar bu işe.
Ticaretten hiç anlamadıkları gibi (Ulus'taki bir hevesli butikçiye sorduğum) ‘Allah aşkına, üçyüz metre ötede Akmerkez varken, insanlar niye sizin sokak arasındaki dükkanınıza gelip, 8-10 çeşitten ibaret mallarınızı satın alsınlar?’ sualini kendilerine bile sormak istemezler.
Ne yazık ki işleri genelde iyi gitmez, hevesleri çabuk kırılır; bir iki ay sonra vitrinde SALE % 50 yazıları beliriverir.
Kimseye zararları yoktur, kendilerinden başka.
*
Geçen yazıda sözünü ettiğim ise farklı bir gruptu.
Profesyonel işi amatörce yapanlardı bunlar.
Ama yine laf uzadı, konuya gelemedik bir türlü...
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 09.08.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder