‘Bilimadamı Ray Kurzweil, nanoteknolojiler ve vücudun işleyişinin daha iyi anlaşılması sayesinde insanların 20 yıl içinde ölümsüz olabileceğini iddia etti’ diyordu bir haber.
Çarşamba akşamı NTV'de tartışılıyordu bu konu: ‘Ölümsüz olmak ister miydiniz?’ (1)
Benim çıkardığım sonuç şu:
Böyle bir hayali kurabilmek için, önce iki sorunun cevabını bilmek gerek.
- Sevdiklerimle birlikte yaşayabilecek miyim?
- Fizik durumum nasıl olacak? Yani sürekli ihtiyarlayacak mıyım?
Öyle ya, insanların ölmüş, geriye sen kalmışsın.
Elden ayaktan düşmüş, perişan haldesin.
Sonsuz hayat, müebbet bir işkence olurdu.
*
Fransızlar ‘Yaşlanmak kötü, ama uzun yaşamanın başka çaresi yok’ derler.
20 yıl sonrasını bilmem. Şimdilik yok ve yaşlanmak zor.
En zoru da, insanın eskimeden yaşlanmayı becermesi.
Her yaşın güzelliklerini fark etmesi ve zorluklarına isyan etmeksizin göğüs germesi.
Ama yaşama heyecanını asla kaybetmemesi.
Hâlâ merak etmeyi, hâlâ hayran olmayı, hâlâ çoşkuya kapılmayı bilmesi.
Bocalasa da, nefes nefese kalsa da, zamanın (çok da) gerisinde kalmaması.
*
Gerçi - meslekî açıdan söylüyorum - Türkiye'de ihtiyarlamaktan o kadar da korkmamak gerek.
Hatta eskimekten...
Çünkü Pierre Desproges'un ‘Senin mutlu olman yetmez, diğerlerinin de bedbaht olması gerekir’ dediği gibi, önemli olan senin yaşlanırken bedenen ve ruhen genç kalman değil, öbürlerinin yarıştan çekilmesi.
Türkiye'de bu açıdan uzun yaşamak, hele hele sona kalmak, büyük avantaj.
Duayen (!) oluveriyorsun.
Tek kriter ‘uzun yaşamak’ ve ‘sona kalmak’ olunca da, kimse artık, senin o mesleğin, o sanatın iyisi mi, döküntüsü mü olduğuna bakmıyor.
Üstelik, biz Türkler, gönlü zengin bir millet olduğumuzdan, kelimenin etimolojisini filan boşverip, hani kimse kırılmasın hesabı, sinemanın, tiyatronun, iş dünyasının - artık her neyse – ‘duayenlerinden’ de diyebiliyoruz.
Yani sonunculuğu eşit şekilde paylaştırıyoruz.
Hasılı, türünüzün sonuncusu olmanıza da gerek yok, sonlara kalmanız yeter.
Beni şimdi örnek vermeye zorlamayın.
*
‘Bugünkü gençlerde hiç iş yok... mu?’ başlıklı yazıda, gençleri ama asıl gençleri yetiştiren kuşağı eleştiriyordum.
Yaşları 17 ila 31 arasında değişen gençlerden 20 kadar e-posta aldım.
İçlerinde fıkranın dediği gibi, ‘yatır olmasına yatır olup da, lafı k.çından anlayanlar’ çoktu.
‘Senin ne dediğin değil, karşındakinin ne anladığı önemli’ vecizesini dikkate alarak, hemen söyleyeyim:
Doyen, Fransızca bir kelimedir ve buradaki anlamıyla ‘Bir gruptaki en eski ve/veya en yaşlı insan’ demektir. O kadar.
Yaşlılara, bir mesleğin ustalarına, hatta sadece eskilerine saygım sonsuz.
İtirazım, duayen kelimesinin usta-bilge anlamında kullanılmasına ve ustalığın ve bilgeliğin bu yolla ayağa düşürülmesine.
Serdar Devrim, Hürriyet-İK 04.10.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder